Çağımız, hani şu teknolojinin insanı deli eden çağı, bizim şaşkın
bakışlarımız arasında yalnızlığın ormanına doğru pür neşeyle
koşarken ne mektubu ne pulu ne de “Bak postacı geliyor, selam
veriyor…” şarkısını hatırlamakta. O, kendi elektronik, dijital, sanal
âleminde yoluna devam ederken biz de bu kocaman dünyada bir kara
nokta gibi yaşamak ve kendimize sığınacak bir yer aramaktan başka
hiçbir şey yapamıyoruz ya da yapmak istemiyoruz.
Peki, neden böyle garip bir halde yaşıyoruz? Neden bir şeyler
yazmaktan, bir şeyler anlatmaktan bu kadar uzak kaldık? Neden
kendimizle ve etrafımızla kavga etmekten kurtulamıyoruz?
Neden, neden, neden? Sonu gelmeyen bu sorular zincirini kıracak
cevaplarınız hazırsa ne mutlu size; yok bu konuda henüz tam
donanımlı değilseniz ya mendil açıp umut toplayacaksınız yaşamaya
dair ya da kâğıtla kalemi bir masada buluşturacaksınız. Sonra,
sonrası kolay, her şey sizin becerinize kalmış; yapacağınız iş şu:
Sevgili, kıymetli, değerli, unutulmayan, aziz, biricik… dostum,
kardeşim, arkadaşım gibi veya başka başka sıfatlar arasından birini
seçerek başlayacaksınız mektubunuzu yazmaya.
Siz mektubunuzu yavaş yavaş yazarken yüzünüzde aydınlık çizgiler,
dudaklarınızda tebessümler belirecek, yüreğiniz bir kuş gibi
kanatlanıp bir başka diyara uçacak; kâh bir sevda türküsü taşıyacak
Kafdağı’nın ötesine kâh bir selam g.türecek gurbetin bahçesine…
Kısacası mutluluğun resmini görmeye başlayacaksınız. Hani şu
çizilebilir mi dedikleri mutluluğun…
Evet, bir kü.ük soluk alma, bir rahatlama yolu olarak da bakabilirsiniz
mektup yazmaya. Mektubu yazan rahatlar da kapısının .nünde bir
postacı -kurye mi demem gerekiyordu?- gören rahatlamaz mı?
Elbette, o da bundan nasibini alır. Sadece o mu, belki de siz, biz ya da
hepimiz nasipleriniz bir şeylerden diyerek yazmaya başladığım bu
yazıda payımıza düşenleri almak ve dağıtmak için
“Bak Postacı Geliyor” serlevhasıyla bir yolcuğa çıkıyorum.
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.